AB'nin vizesiz seyahat konusundaki tavsiye kararı bile gündemi değiştirmek için yeterli oldu.
Türkiye'de siyaset görünenlerin ve konuşulanların setreylediği gerçekler istikametinde şekilleniyor

Bir yanda Meclis'te milletin iradesi ile seçilen vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda kavga çıkarken, diğer yanda ?istifa, seçimi kaybetme veya gensoru' olmadığı halde ülkenin başbakanı alaşağı edilirken, Anayasa değişikliğine dahi gerek olmadan devlet sisteminin başkanlık düzenine fiilen geçeceği yazılırken, ortada vizesiz seyahat konusunda henüz net bir durum dahi yokken, ekranlarda bir bayram havasında halkla röportaj yapılıyor, pasaportların değişmesi konuşuluyor.
Gelinen nokta, bizim ilk anayasa referandumunda altını çizdiğimiz demokratik krallığın hayata geçmesidir.
Demokrasinin temel vasfı, dün sabah itibariyle ortadan kalkmıştır. Ve demokrasi artık hayaldir.
Zaten Türk Milleti de gerçeklerin ötesinde, hayallerle yaşamaya alışıktır.
Bugün Kilis'i kaybetmek üzereyiz; Antep tehdit altında. İsrail'in Akdeniz'e açılan koridoru maalesef bizim Güneydoğu'muzun elimizden çıkmasına bağlı, kimin umurunda?
AB havucu maalesef Türk milletine dayatılanlar için her zaman işe yaradı, yine yarıyor.
Yıllardır, ülkenin siyasetine, ekonomisine, yönetimine, milletin inancına adeta dinamit koyan pek çok kanun sırf AB istiyor diye kanunlaşmadı mı?
İktidarların ilk yıllarında uygulanmaya başlayan AB'ye uyum yasalarından birkaç örnek verelim:
* 2 Ocak 2003 tarihli 4. Uyum Paketiyle azınlık vakıflarının önü açıldı. Yabancılara Meclis'e doğrudan başvurma hakkı, Türkiye'de dernek açma hakkı verildi
* 12 Haziran 2003 tarihli 6. Uyum Paketi ile farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması imkânı tanındı.
* Yine İmar Yasası'nda yapılan değişiklikle ?cami' yerine ?ibadethane' ibaresi konuldu, 70 bin kilise evi açıldı,
* AB mevzuatına uygun Türk Gıda Kodeksinde, domuz eti satılabilir kasaplık et statüsüne alınarak, satışı serbest bırakıldı.
* Din dersi kitaplarından Kelime-i Tevhid'in ikinci kısmı olan ?Muhammedün Resulullah' çıkarıldı.
* İçişleri Bakanlığı'nın 2006 yılındaki 2227 sayılı kararı ile nüfus cüzdanlarından ?Dini İslam' ibaresi kaldırıldı.
* AB istiyor gerekçesiyle AKP döneminde 2005'te yapılan TCK değişikliği ile zina suç olmaktan çıkarıldı
İslam dininde yasak olmasına rağmen, 2004 senesinde din dersi kitaplarına Hz. Peygamber'imizin minyatür resimleri konuldu.
* AKP döneminde 'Allah katında tek din İslam'dır' ayeti, AB ve ABD'den gelen tepkiler nedeniyle Cuma hutbelerinden yasaklandı.
* Petrol Kanunu ile devletin katkı payı yüzde 2'lere kadar düşürüldü.
* AB'nin belirlediği Türkiye'de 36 etnik kimlik vardır tespiti kabul görmüş; ana dilde yayın ve ana dilde eğitim yasası çıkarılmıştır.
* Yine AB istiyor gerekçesi ile tarımda kota uygulaması getirilmiş; hayvancılık ithal et girişi nedeniyle bitmiştir.
Tüm bunlar AB'ye girme bahanesiyle Meclis'te kanunlaştırılmıştır.
Bu cinayetlere ise milletin sesi hiç çıkmamıştır.
Son olarak Türkiye esas talebi olan üyeliği geri plana atarak, vizesiz seyahat için ?Geri Kabul Anlaşmasının şartlarını' harfiyen yerine getirmiştir. Türkiye'nin binlerce mültecinin Avrupa'ya geçişini engelleyen tampon ülke olması da göreceksiniz bir işe yaramayacak.
Hıristiyan birliği olduğunu gizlemeyen AB, her istediğini aldığı halde, Haçlı seferlerini yaptığı Müslüman-Türk'ü sınırlarından içeri sokar mı sizce?
Türk demokrasisi, yukarıdaki icraatları demokrasinin işleyişi gibi gösterse de gidişat demokratik krallık değil mi?

Hz. Peygamber'in şefaati haktır
Müsteşrik mantığın reddettiği ve diyalogcuların ısrarla yoktur diyerek inkâra çalıştığı bir konudur şefaat.
Cenab-ı Hak, sünnetullahı gereği gerek maddi, gerekse manevi olayları sebeplerle halk etmektedir ve dünyada hidayet, irşad ve kemalat yolunda ilerlemeye vesile olan peygamberler ve veliler kıyamet gününde de şefaatçi olacaklardır.
Üstelik yok sayılmaya çalışılan şefaat konusu ayetle sabittir. Bakara suresinin 255. ayetinde Cenab-ı Hak, 'Onun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir' buyurur.
Yine, 'O gün, Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez' buyrulur Taha suresinin 109. ayetinde. Şefaatin hak olduğu ve mutlaka gerçekleşeceği konusunda bizzat Hz. Peygamber'den gelen hadisler vardır: 'Her peygamberin Allah-u Teala'dan bir dileği vardı, onu diledi, Allah indinde icabet ve kabul olundu. Fakat Ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaate tahsis ve tehir ettim.'
Hz. Peygamber, 'Kıyamet günü geldiğinde Ben şefaat ederim. Ben, ya Rabbi! Gönlünde hardal tanesi kadar imanı olanları cennete koy diye niyaz ederim; bunlar cennete girerler. Sonra Ben, Ya Rabbi! Hardal danesinden az imanı olanları da koy diye şefaat ederim' buyurarak şefaat yetkisinden bahseder.
Âlemlerin hürmetine yaratıldığı Hz. Muhammed Efendimiz, önce kendi ümmetine sonra sadece O'na ait bir şeref olmak üzere diğer peygamberlerin ümmetlerine şefaat edecektir. Bu hakikati bizzat Hz. Peygamber şöyle dile getirir: 'Mahşer halkı Adem'e (as) gelerek: ?Ey insan nevinin babası! Allah-u Teala seni yed-i kudretiyle yarattı ve Sana kendi ruhundan hayat verdi. Başımıza gelen şu musibeti bilmiyor musun?' diyecekler. Adem Peygamber de: ?Rabbim bugün celallidir? Başka bir şefaatçi bulunuz' diyecektir. Onlar da Nuh'a vararak: 'Ey Nuh? Allah sana Kur'an'da: ?Çok şükreden kul' adını verdi. Lütfen hakkımızda Rabbine şefaat eyle, diyecekler. Nuh Peygamber de, ?Aziz ve celil olan Rabbim bugün celallidir. Siz başka bir şefaatçi arayınız' diyecek. Onlar da Musa Peygamber'e gidecekler ve Hz. Musa onları Hz. İsa Peygamber'e gönderecektir. İsa Peygamber ise, ?Muhammed'e gidiniz' diyerek, kalabalığı Hz. Peygamberimiz'e yönlendirecektir.
?Ya Muhammed, hakkımızda şefaat et' denecek ve ?Bunun üzerine Ben, hemen gidip, Arş-i Rahman'ın altına varacağım, aziz ve celil olan Rabbime secdeye kapanacağım. O zaman Allah tarafından ?Ya Muhammed başını kaldır, iste, dilediğin verilecektir. Şefaat eyle, şefaatin kabul edilecektir' buyurulur.'
Ashab-ı Kiram'ın hayatına baktığımızda şefaat müessesine ne derece sarıldıklarıyla ilgili sayısız örneğe rastlanılır.
Sahabe-i Kiram, Resulullah'ın şahsını vesile kılmakla kalmamış; O'nun elbisesinden yırtılan parçayı, sakalının bir tüyünü, ağzından çıkan tükürüğü, su içtiği kabı, içtiği sudan arta kalan suyu hidayet ve kemalat yolunda ilerlemeye vasıta kabul etmişlerdir. 'Bir keresinde Nebi'ye (sav) bir bardak su getirildi. Resul-i Ekrem, bundan bir miktar içti. Sağında ashabın en küçüğü oturmaktaydı. Yaşlılarda solunda yer almıştı. Bu vaziyette Resulullah: Delikanlı, bardakta kalanı ihtiyarlara vermeme izin verir misin?' diye sordu. Genç sahabi, 'Ya Resulullah, (sav) Senden gelen artığımı hiçbir kimseye ihsan edemem' diye cevap verdi ve Resul-i Ekrem, bardakta kalanı bu gence ihsan buyurdular.
Buhari'de 'Resul-i Ekrem'in saçıyla teberrük' bahsinde şöyle yazmaktadır: Ahmed ibn-i Hanbel'in Müsned'inde İbn-i Şirin'den rivayete göre: Ubeydetü's-Selmani Hazretleri, 'Resul-i Kibriya'nın vücud-i mukaddesinden ayrılan bir tüyü, benim nazarımda yeryüzünde mekşuf olan ve yeraltında bulunan bütün altın ve gümüş hazinelerinden daha kıymetlidir' demiştir.
Ayet ve hadislerle sabit bir konu olan şefaat hakkında, 'Allah ile kulu arasına başkasını vasıta yapmak ve ancak o vasıta ile Allah'a yaklaşmaya çalışmak caiz değildir' gibi bir iddiayı savunmak ancak küfürdür.