Cüppeli'ye cevaplar 1
Muharrem Bayraktar
Bu ülkenin din adına aldığı en büyük darbelerden biri, maalesef ortalıkta din adamı diye dolaşan şarlatanların bu ülkenin samimi Müslümanlarına sürekli küfür ve hakaret etmeyi marifet sayma noktasını bir ?seviye' olarak görmesidir.
İşte karşımızda kim bilir kaçıncı defa yazımıza konu ettiğimiz bir örnek, Cüppeli Ahmet.
Cüppeli son konuşmasında diline Prof. Dr. Haydar Baş'ı dolamış. Aman Yarabbi! Bu nasıl bir konuşma, bu nasıl bir iftiralar manzumesi. Söylenmemiş sözleri söylendi diye anlatarak, yapılmayan bir konuşmadan örnekler vererek, Haydar Baş'ın, sahabeye hatta Hz. Ebubekir'e, Hz. Ömer'e kâfir dediğini ağzından salyalar akarak anlatıyor Cüppeli Ahmet.
Oysa Haydar Hoca'nın hiçbir konuşmasının, hiçbir cümlesinin hiçbir kelimesinin hiçbir harfinde hâşâ Hz. Ebubekir gibi, Hz. Ömer gibi, Hz. Osman gibi Peygamber dostlarına yönelik bırakın tekfir etmeyi, en küçük bir eleştiri bile yoktur.
Tam tersine hayatını Hz. Peygamber'e ve O'nun dostlarının yoluna adamış bir isimdir.
Bu utanmaz ve ahlaksız iftiranın kaynağına 'Be Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz! Yahu bu konuşma nerede yapılmış, kim dinlemiş, bir söyle de bilelim. Gaipten sesler mi duydun, şeytani cin taifesine mi bulaştın?' diye sormayalım mı?
Tam tersine Haydar Baş'ın adı geçen sahabe hakkındaki düşünceleri, onlarca yıldan beri yazdığı kitaplarda gümbür gümbür fışkırıyor.
İşte örnekler:
'Hz. ?Peygamber, Ebubekir'den başka imana davet ettiğim herkes, bir duraklama bir tereddüt geçirdi. Fakat o, kendisine İslam'ı anlattığım zaman ne durakladı, ne de tereddüt etti' diye buyurdu.' (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmetenli'l-Âlemin, Cilt 1, sayfa 141)
'Hz. Ebubekir, cahiliye devrinin çirkin adetleri fıtratını bozmamış; şirk aklını ve ruhunu kirletmemişti. Âlicenap ve cömert bir tüccardı. Kavminin ileri gelenleri her zaman fikrinden istifade ederdi.' (Age sf.142)
'?Kendini tutamayarak ileri atılan Hz. Ebubekir, imanın güzelliğini ve putperestliğin vahametini müşriklere anlatmaya başladı. Müşrikler ona saldırıp kan revan içinde bıraktılar. Demirli ayakkabıların darbelerinden bayılmıştı. Ayıldığında Allah Resulünü görene kadar ağzına bir lokma koymadı. İşte iman vecdi, Allah aşkı?' (Age sf.166)
'Resûl-i Ekrem, Hulefa-i Raşidin hakkında şöyle buyurmaktadır: Ümmetimin en merhametlisi Ebubekir'dir. Allah yolunda en şiddetlisi Ömer'dir. Hayâ bakımından en hayırlıları Osman ibn-i Affan'dır. En iyi hüküm verenleri ise Ebu Tâlib'in oğlu Ali'dir.' (Age sf.177)
Aynı eserde Allah Resulü'nün rüyasında Hz. Ömer'i cennette bir köşkte gördüğünü (Sf. 185), onun muhteşem adalet ve hakkaniyetinden (sf.187) bahseder.
Kitap ortada, yazılanlar ortada, o zaman bu kilise zangocu düzeyli cahil iftiralar neyin nesi?
Cüppeli denilen uçkur davalarının muhteşem figüranına sesleniyorum:
Konuşmanda 'Haydar Hoca, sahabeye gâvur dedi' diyorsun. Bu söylediğini cümlesi ispat etmezsen seni bütün Âlemin önünde GÂVUR OĞLU GÂVUR İLAN EDİYORUM.
Cüppeli'nin konuşmasını içindeki bir sürü yalan yanlış bilgileri, palavraları, saçma sapan yorumları, tarihsel gerçeklerle asla bağdaşmayan sahte olaylar zincirini aktarmasını midem bulanarak dinledim. İnsan bu kadar mı cahil olur?
Haydar Baş'ın anlattığı ve Cüppeli'nin kafasının bir türlü basmadığı olaylar Gadir-i Hum ve Sakife'de odaklanıyor. Haydar Hoca, yüzlerce delilden hareketle, Gadır-i Hum'da ne olduğunu, Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi veli tayin etmesinin Kuran'a, sahabeye hatta Ehl-i Sünnet'e dayanan kaynaklarını anlatıyor. İslam tarihinin en önemli olaylarını 'kırmadan, dökmeden' delilleriyle anlatırken tipik Emevi hanedanı ağzıyla panikleyen Cüppeli, ilme ilimle cevap vermek yerine 'Gadir-i Hum'da Hz. Ali'nin hilafetine dair tek bir delil yoktur, bunlar palavradır' diyerek Kuran'da, Peygamberin hükmüne de sahabenin ve ulemanın şahadetinde 'palavra' diyor.
Allah aşkına bu ne zillettir?
Bırakın Şia kaynaklarını Sünni kaynaklarda bile bu konuda yüzlerce örnek vardır.
İmam Fahr-i Razi, Erbain'de bütün ümmetin bu hadis üzerinde icma ettiğini söylemektedir.
İbn Kesir, Bidaye, cilt 5, sayfa 212'de ve Ahmed İbn Hanbel, Müsned, Cilt 4, sayfa 164, 165, 281'de aynı gerçek vurgulanır.
Suyuti'nin ?Ed-Durr'ul Mensur' eserinde, Vahidi'nin Esbab-ı Nuzül'ünde ve İbn Ebi Hatim'in Tefsir-ul Kuranil Azim'inde, Gadir-i Hum'da Hz. Ali'nin hilafetinin ilanı yapıldığı yer almaktadır.
Bakın Sünni dünyanın büyük üstadı İmam Gazali, Sırr'ul Alemeyn ve Keşfi mafid Dareyn isimli eserinde, Gadir-i Hum Hutbesi'nde Hz. Ali'nin hilafet ilanını ve reddedilmesindeki hatayı nasıl anlatır:
'Fakat hilafet hususunda delil bütün açıklığı ile ortaya çıktı ve konu aydınlandı. Cumhur (Müslümanların tamamına yakın çoğunluğu) Gadir-i Hum Hutbesi'ndeki hadisin metninde şeksiz şüphesiz tam icma ve ittifak ettiler. Orada Resulullah şöyle buyuruyor: 'Ben kimin idarecisi isem, Ali de onun idarecisi ve velisidir.' Dolayısıyla icmaya ve icma ile sabit naslara aykırı olarak teviller üretmek batıldır.'
Bunu diyen İmam Gazali!
A be Cüppeli! Senin okuman yazman yoksa senin ilim adına yaptığın şey ona buna küfretmek ve tekfir etmekse, senin yüzüne gözüne Şia düşmanlığı bulaşmışsa bu cehalet ve iftira hastalığının tedavisi yok.
Ama o iğrenç konuşmada ortaya koyduğun bir sürü bilgi sahtekârlığına tek tek cevap vereceğim.
Türkiye, İsrail'e ve Siyonizme kucak açıp, 'İsrail'e dost olmalıyız' derken, susan Cüppeli ve avanesi, Haydar Hoca'ya saldırarak ne güzel bir 'seviye ortaya' koyuyorlar.
Özetle Haydar Hoca, Mümin oğlu Mümindir.
Cüppeli'nin ne olduğuna ise bu yazıyı okuyup siz karar verin.
Cübbeli'ye cevap-2/ 'Cübbeli'den sahabeye ağır hakaret'
Cübbeli Ahmet hakkında yazdığım yazımın devamının geleceğini, o iğrenç konuşmada ortaya koyduğu bir sürü bilgi sahtekârlığına tek tek cevap vereceğimi' belirtmiştim. Araya Afyonkarahisar Kampı girdi, Ramazan Bayramı girdi, biraz geciktirdik, affola!
Cübbeli Ahmet'in, Prof. Dr. Haydar Baş'ı sahabeyi tekfir etmekle suçlayan palavra dolu konuşmasına ilk yazımda gereken cevabı vererek nasıl bir yalan dünyasında yüzdüğünü anlatmıştım. Cübbeli'nin daha önce yaptığı konuşmalarda da 'Haydar Baş sık sık İran'a gider, İran'dan para alır, İranlı mollalarla gizli gizli görüşür, sabah erkenden gizli gizli Elazığ'a gidip oradaki Şia dernekleriyle görüşüp geri döner' gibi mahalle karısı ağzıyla seviyesiz dedikodularla dolu konuşmaları internet ortamında hala dolaşıyor.
Soruyorum:
A be din yobazı! 'Haydar Baş'ın değil defalarca, BİR KERE DAHİ İRAN'A GİTTİĞİNİ İSPATLAMAZSAN ŞEREFSİZ OĞLU ŞEREFSİZSİN!
Git İçişleri Bakanlığı'na sor, 'seni kullananlara sor!', sana pasaport kayıtlarını verirler.
A be din yobazı!
Haydar Hoca'nın İran'dan para aldığını ispatlamazsan yine ŞEREFSİZ OĞLU ŞEREFSİZSİN! Hangi İranlıdan ne zaman, nerede, ne kadar para aldı, açıkla da millet de öğrensin!
A be din yobazı!
Elazığ'a sabah erkenden gidip Şia derneğiyle görüşüp geri döndüğünü, mollalarla gizli gizli buluştuğunu ispatlamazsan da ŞEREFSİZ OĞLU ŞEREFSİZSİN!
Bu kadar açık şekilde yalan konuştuğuna göre bu kadar ?açık' sorularımın ?şerefli' içeriğine de her halde tahammül edeceksin.
Bu kadar net konuşuyorum. Bu kadar açık ve seçik? Haydar Hoca'nın yaptığı bütün konuşmalar, programlar halkın önündedir, kameraların önündedir, gizli saklı değildir.
Kaldı ki Sayın Baş, ister İran'a gider, ister Sudan'a, sana mı soracak!
Cübbeli'ye inanan Müslümanlar da yukarıda sorduklarımı ona aynen sorup cevap alsınlar. Ben cevabını bekliyorum, İran'a giriş çıkış kayıtları, alınan paraların dekontları, sabahın köründe Elazığ'a gidip gelmeler...
Göndereceksin değil mi Cübbeli?
Gelelim diğer konuya:
Cübbeli'nin Prof. Dr. Haydar Baş'ı sahabeyi tekfir etmekle suçladığı konuşmasında bizzat kendisi sahabe-i kirama ağır hakaretlerde bulunuyor, onları küfürle itham ediyor. (Bu bölümü bir sonraki yazımda ele alacağım)
Gadir-i Hum hutbesinin neden irad edildiğini anlatarak özetle şöyle diyor:
'Hz. Ali Efendimiz Yemen'e gazaya gönderilmiş. Gazada ganimetler alındı. Ancak Hz. Ali Efendimiz Hz. Peygamberin Veda Hutbesi vereceğini öğrenince orduyu başka bir komutana bırakıp aceleyle Mekke'ye gitti. Ancak onun ardından İslam ordusu ganimeti kendi kafasına göre izinsiz paylaştı. Ganimet kıyafetlerini giydiler, atları bölüştüler, her şeyi talan ettiler. Daha sonra aynı askerler de Veda Hutbesinin verildiği yere geldi. Hz. Ali onlara çok kızdı. ?Siz ganimeti Hz. Peygamberin izni olmadan nasıl paylaşırsınız. Bu, Beyt'ul maldır. Devlet malıdır, devlet hazinesidir. Derhal aldıklarını yerine iade edin' dedi. Bunun üzerine ordunun askeri olan sahabe, giydiklerini çıkardılar, atları iade ettiler. Ancak Hz. Ali hakkında çok dedikodu yaptılar. Hz. Peygamber de bu dedikoduyu önlemek için Gadir-u Hum'da ?Ben kimin Velisi isem Ali de onun Velisidir' konuşmasını yaptı.'
Cübbeli'nin anlattığı ve tamamen Emevi palavrası olan ganimet talanı olayı, İslam tarihinde yoktur. Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi ?veli' tayin etmesini perdelemek, küçük düşürmek için uydurulmuştur.
Cübbeli'nin anlattıklarını doğru kabul edersek, savaştan dönen sahabi, devletin malını talan edecek, Hz. Peygamberden izinsiz paylaşacak kadar ?iman problemi' yaşamaktadır. Beytul mala göz koymuşlardır. Hz. Peybamber'in ve Hz.Ali'nin emirlerini dinlememişler, Hz. Ali hakkında dedikodu yapmışlardır.
Cübbeli Ahmet, sahabey-i kiramı, beytul malı talan eden, ( ki Hz. Peygamber, ganimetten izinsiz bir metre kumaş alan sahabinin dahi cenaze namazını kılmamıştır), hazine hırsızı, dedikoducu olarak gösteren Emevi palavralarıyla suçlarken hiç mi Allah'tan korkmaz?
Hz. Peygamber'in ?gökteki yıldızlar gibidirler' dediği sahabeye bu iftiraları atarken hiç mi yüzü kızarmaz.
Gadir-i Hum'la ilgili sağlam rivayetlere ?acem palavrası' diyen Cübbeli, sarıkla ve cübbeli ile âlim olunamayacağını da ispatlıyor.
Çoğunluğu Sünni inançtan olmak üzere 20 tarihçi, 54 hadisçi ve 26 tefsirci yani toplam olarak tam 100 bilgin, belgesel olarak yazmış oldukları kitaplarında GADİR HUM'da Hz. İmam Ali'nin Allah'ın emriyle Hz. Muhammed Mustafa tarafından, kendisinden sonra ve kendi yerine HALİFE olarak ümmetine tanıtıldığını teyit ve tasdik etmişlerdir. Bu bilginlerin en ünlüleri şunlardır: Belazuri, Taberi, Şehristani, Hatib-i Bağdadi, Yakut-ı Hamevi, İbn-i Esir, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel, Buhari, Tirmizi, Fahr-i Razi, Kadı Beyzavi. Sadeddin-i Teftazani, Dr. Taha Hüseyin.
Bu âlimler, Cübbeli'nin uydurduğu, Emevi hikayelerini değil, aşağıdaki ayetleri delil olarak gösterirler: 'Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, Onun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.( Maide/67.)
'Bu gün size dininizi kamil ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip beğendim. ( Maide / 3.'
Cübbeli Ahmet'in 'acem palavrası' dediği şeyler, Kuran ayetleri, Hz. Peygamberi sözleri, Sünni ulemanın rivayetleridir.
Ayete ve sünnete 'palavra' diyen kişinin hükmü
nedir?
Devam edeceğiz.
İslam coğrafyasını İngilizler ve Amerika adına şekillendirmek üzere imal edilmiş el-Kaide, IŞİD, el-Nusra, Vehhabiler? gibi grupların kullandıkları en yaygın yöntem tekfirciliktir.
Bu özel imalat gruplar, kendi heva ve uydurmalarına uymayanları küfürle itham eder, sonra da Bismillahi Allahu Ekber diyerek Müslüman boynu vururlar.
50'yi aşkın koca İslam, Ehl-i Beyt, kültür, iktisad eserlerinin müellifi Prof. Dr. Haydar Baş hocamızı Kur'an ve Sünnet'in değişmez naslarını ve ahkamını naklettiği için iftira ve yalanlarla tekfir eden Cüppeli, tekfirciliğini şaklabanlıkla setrederek zehrini kusuyor.
Ciğerine kadar tanıyorum; Cüppeli ve avanesi, 80'li yıllardan beri bu tekfirci karakteristiği sergiliyor. Cami kapılarında, Müslümanların gömlek yakalarından tutup yırtarak 'Men teşebbehe bi kavmin fehuve minhum / Kim bir kavme benzerse o da onlardandır' rivayetini illet ve mekasıdından saptırıp Müslümanları küfürle itham ettiklerine yüzlerce kere şahidim. Tütüncüler köyünde yarma Hurşit efendiye yaptırdıkları buydu.
Bunlar, kendi tarikat yahut partilerinden olmayanı Müslüman kabul etmeyen anlayışın malulüdür. Bunlar yüzünden köyümüzde yüzlerce genç İslam'dan ve camiden soğudu.
Suriye fitnesi sürecinden şaklaban Cüppeli'nin, Kur'an ve Sünnet'in emri gereği Ehl-i Beyt'i seven Suriyeli Müslümanların katline Haçlı seferberliği Papası II. Urban gibi fetvalar uydurarak dolap beygiri gibi Amerika'nın BOP çukuruna su taşıması, tekfirci karakterinin tezahürüdür.
Cüppeli, sadece tekfirci değil, İslam kisveli bir yalancı ve iftiracıdır. Hatta Cüppeli'nin yalancılığı, Hz. Peygamberin ahirzaman fitnesi olarak haber verdiği Deccallerin yalancılığını sollamış durumdadır. Zira Cüppeli yalanlarını iftiralarla bezemektedir; Deccal bile bunu yapamaz.
Cüppeli, Prof. Dr. Baş'ı küfürle itham edip inancından dolayı kendisine ağır hakaretler yağdırdığı konuşmasında, şu cümleleriyle 'imansız bir yalan makinası' gibi çalışmaktadır: Haydar Baş, Ebubekir'e, Ömer'e mürted diyor, kafir diyor. Ebubekir'e, Ömer'e de dinsiz diyor. Haydar Baş, Aşer-i Mübeşşere'yi kafir sayıyor. Bu adam olmuş Şii.
Haydar hocaya bu ifadeleri itham ve nispet ediyor cüppeli.
Prof. Dr. Baş'ın böyle bir ifadesi olmadığı gibi; değil sahabe için, hiçbir mü'min için dahi böyle bir küfür ithamı yoktur, olmamıştır, olamaz. Cüppeli, kendi vehim ve bozuk algılarını, Haydar hocaya iftira yoluyla nispet etmektedir.
Cüppeli şaklabanın bu cümlelerinin tamamı yalandır; sadece yalan değil, iftira ve bühtandır? Böylesi katmerli bir cürümden şeytan ve Deccaller bile Allah'a sığınmaktadır.
İmansız bir yalan makinası gibi çalışmaktadır diyorum; çünkü Hz. Peygamber 'Yalan ile iman bir arada durmaz' (Ahmed b. Hanbel ,Müsned, 1/5, 2393) buyurmaktadır.
Cüppeli'nin yalan ve iftiralarını, Prof. Dr. Baş'ın iki ciltlik 'Rahmeten Lil Âlemin Hz. Muhammed' adlı muhteşem eseri boşa çıkartmaktadır.
Prof. Dr. Baş, Rahmeten Lil Âlemin adlı eserinin 1. cildinde tam 40 sahife, Hz. Ebubekir'den Ebu Ubeyde'ye kadar cennetle müjdelenmiş Âşere-i Mübeşşere'yi anlatmaktadır.
Sahabenin faziletine dair nakledilmiş zayıf rivayetleri bile delil addederek sahabenin yüceliğini anlatan böyle bir iman, ilim ve irfan adamına, 'Haydar Baş, sahabeyi tekfir ediyor' diye iftira atmak, ancak Deccalleri bile sollayan bir cüppelinin mahareti olabilir.
Türk milleti, İslam dünyası ve insanlığın bu kamuflajlı fitnelere karşı uyanık ve duyarlı olması, Hz. Peygamber'in önemli ikazlarındandır.
Resulullah'ın (s.a.a) ikazı şöyledir: "Ümmetimden 70 bin başları sarıklı-sırtları cübbeli molla Deccallara tâbi olacaktır." (Abdurrezzak, el-Musannef, 11/393, H. No: 20825; Ahmed, Müsned, 4/216, H. No: 18900; el-Bağevî, Şerhu's-Sünne, 15/ 62, H. No: 4265).
Hz. Peygamberin bu haberine göre, Deccalların çömezi olan cübbeliler türeyecektir. Şaklaban Cüppeli'nin tekfirciliği, adeta bu hadisteki manayı andırıyor.
Deccal ise Müslüman sarıklı, İslam cübbeli fitnenin ta kendisidir. İbnu'l-Esir ve İmam Kurtubî'nin nitelemesidir bu (İbn'ul Esir, en-Nihaye, 2/103; Kurtubi, et-Tezkire, 3/1279 vd).
Deccalleri sollayan bu tekfirci cüppeli-cüppesiz fitneler yüzünden Türkiye iflah olmuyor, İslam dünyasının anası ağlıyor.
Prof. Dr. Baş da bunların oyununu bozdukça bozuyor.
Konuya devam ederiz.

Cüppeli'yi kimler öttürüyor?!
Ramazan'da şeytanlar bağlanır. El-hak doğrudur. Zira Hz. Peygamber böyle buyurur.
Lakin cüppeliler bağlanmaz.
Nitekim Cüppeli Ahmet bağlı değildi, bağını kopartmış vaziyette Prof. Dr. Haydar Baş beye olmadık iftiralar attı, yalanlara-bühtanlara sarıldı. Cüppeli çalıştı; şeytan dinlendi.
Başyazarımız Muharrem Bayraktar'ın dünkü köşesinden, 'şunları şunları ispatlamazsan şerefsiz oğlu şerefsizsin' şeklinden meydan okuduğu ve ispata davet ettiği yalan, ağır tahrik içerikli iftira ve ağır hakaret nitelikli ithamlarda bulundu Ramazan'da cüppeli.
Hakaret ve iftiraları Cüppeli'nin seviyesinin çok fevkinde!
İslam'ın Ehl-i Beyt eksenli en temel ölçülerini ortadan kaldırarak pazarladığı Muaviye mavallarına sonra değineceğim.
İrdelenmesi gereken asıl nirengi nokta; Cüppeli'nin, kitaplarının boyu Cüppeli'nin boyunu on defa aşan İslam eserlerin sahibi olan bir ilim, gönül, siyaset, halk ve hak adamı Prof. Dr. Haydar Baş'a rahmet ayında neden iftira ve hakaretler yağdırdığıdır.
Bu arka planı idrak edersek, Cübbeli'yi kimlerin öttürdüğünü görürüz.
Uçkurundan yakalanıp kodese tıkıldığından beri zaman zaman histerik nöbetler halinde Cüppeli'den sadır olan böylesi iftiralara ve zikzaklı çıkışlara âlem şahit olmuştur.
Birkaç akşam dinler arası diyalogun küfür ve bu dolapları çevrenlerin batılın hizmetkârları olduğunu söylerken; iki seanslık lobi ve üç günlük kodes macerasının akabinde dinler arası diyalogun Türkiyeli misyon eri Fetullah Gülen'i sakal bırakmış olarak rüyasında gördüğünü, kendisine himmet ettiğini söylemiştir Cüppeli? Böylesi müzebzeb halleri çoktur.
Ramazan'da Haydar Hocaya karşı öttürülmesi çok farklı bir tezgahtır.
Gerçek şudur: Türk milletinin mensup olduğu medeniyetle, Türk milleti ile, Türk devleti ile, bu aziz vatan ile, Yüce dinimiz İslam ile ve milletimiz başta olmak üzere İslam ümmetinin birliği ile hesabı-kitabı olanlar, Prof. Dr. Haydar Baş ile hesaplaşmaktadırlar. Haydar hoca bilumum mukaddesatın muhafızı ve hamisi çünkü? Bu sebeple onu setretme, karalama, iftira ve yalanlarla toplumdan gizleme çabaları kesintisiz sürmektedir.
Öte yandan Haydar hoca, devleti ve milleti çeyrek asırdan bu yana ekonomiden dış politikaya hangi konuda uyardı ve ikaz etti ise, hepsi doğru çıktı. Olaylar Haydar hocayı doğruladı.
Kuzey Irak'ta tezgahlanan Kürdistan oluşumunun, gerçekte Büyük İsrail oluşumu olduğunu, 85'li yıllardan beri hatırlatıyor. Gelişmeler Haydar hocayı doğruluyor. Millet biraz ayıkıyor.
90'lı yıllardan beri Avrupa Birliği'nin millet, devlet ve medeniyetimizin Haçlı mezarlığına gömülmesi olduğunu, AB'nin bizi asla üyeliğe almayacağını; hatta AB'nin 15-16 sene içinde dağılacağını haykırıyor. gelişmeler onu doğruluyor. İngiltere, Ramazan'da AB'den ayrılma referandumu yapıyor. Millet, Haydar Hoca'nın haklılığını biraz daha idrak ediyor.
Prof. Dr. Baş, 1997'den beri dinler arası diyalogun, Haçlı dünyasının İslam coğrafyasını manen felç edip madden yok etme planı olduğunu anlatıyor. FETÖ ekibi bu misyonda baş çekiyor, AKP ekibi ise bunlarla kolkola giriyor. Millet ve medeniyetimizi sürükledikleri vaziyet malum. Gelişmeler Haydar hocayı haklı çıkartıyor. Millet olan-biteni görüyor. Haydar hocanın haklı ve hak üzere olduğuna kanaat getirmeye başlıyor.
Amerika'nın BOP'unun, Irak, Libya, Suriye fitnesinin ve komşumuz Rusya ile dalaşın yanlışlığını bangır bangır anlattı, anlatıyor Prof. Dr. Baş? Çözümler sunuyor. Rusya ve 120'yi aşkın ülke Haydar hocadan akıl aldı, ekonomi dersi aldı, ülkelerini şahlandırdılar. Bizim İslamcılar, cüppeliler, şalvarlılar ise Rus gâvuru kadar olamadılar. Papaz Malthusun peşine takıldılar, devleti-milleti faize-borca batırıp mahvettiler. Haydar Hoca Rusçu oldu diye çamur atmaya kalkıştılar.
Halbuki Rusya ve 120 ülke Haydar Hocacı olmuş; Papaz Malthus'un kapitalizmine rest çekmişti...
Amerikan aklıyla düşürdükleri Rus uçağı kendileri için turnusol oldu. Türkiye tam batağa ve kaosa gömülürken; Rus kapısına düştüler, yalvardılar, yakardılar. Rusya'ya kapıkulu oldular, biz ettik siz etmeyin dediler; hepsi organik Rusçu kesildiler.
Bunca zarar-ziyandan sonra Haydar Hoca'nın dediğine geldiler. Olaylar yine Haydar Hoca'yı haklı çıkardı.
Milletimiz, bulutsuz bir havada güneşi görür gibi Prof. Dr. Baş'ın haklılığını görmeye başladı? Panikle karalamanın sebebi bu!
Haçlı dünyasının, Vatikan'ın, Avrupa, Amerika, İsrail ve İngilizlerin oyunları bozulmaya başladı. Paniklediler. Türk milletinin tam ayıkmasından korktular.
Ramazandır, oruçtur, bayramdır dinlemediler; cüppelileri ekranlarda öttürdüler. Şalvarlıları çay ocaklarına saldılar. Çarşaflıları fitne seferberliğine çıkarttılar.
Haydar hoca güneşini balçıkla sıvama kampanyası başlattılar. Bilmezler mi bu zavallılar; güneş balçıkla sıvanmaz.
Anladınız mı şimdi, Cübbeliyi kimler öttürüyor?!

Cübbeli'nin iftiralarına cevap
Cübbeli Ahmet, Reddiye adı altında ya yalan söylüyor, ya da iftirada bulunuyor.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir. Bu iftiralar Haydar Hoca'nın şahsında onun sevenlerinedir, onun yolundan gidenleredir ve onun gittiği yoladır. Haydar Hoca topluma mal olmuş bir şahsiyettir.
Cübbeli Ahmet diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün bir TV'deki sahur konuşmasında Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız hakkında konuşmalarını hayretler içerisinde dinledim. Çünkü anlattıklarının Haydar Baş Hocamızla hiçbir ilgisi yoktur.
* * *
Bakın konuşmasından birkaç cümle örnek verelim: 'Elazığ'dan geldiler, canlı yayında bütün şalvarlı sakallılara ana avrat sövdü. Pis sövdü bize' diyor.
Cübbeliye söylemek gerek, sakal sünnettir. Bizzat Haydar Hoca'nın kendisinin sakalı vardır.
Haydar Hoca sakala karşı değildir, sakalın istismarına karşıdır. Haydar Hoca'nın kişilerle işi yoktur. Haydar Hoca'nın mücadelesi batıl olan görüş ve düşüncelerledir. İslami argümanları maske olarak kullanıp da, bizzat İslam'a saldıranları tarih çokça kaydetmiştir. Sıffin Savaşı buna önemli bir örnektir. Halife İmam Ali ile savaşan Muaviye bin Ebu Süfyan'ın ordusu savaşı kaybetmek üzeredir. Bunun üzerine Muaviye'nin askerleri mızraklarının ucuna Kur'an'dan sayfalar takarlar ve Kur'an'a karşı savaşılmaz algısını yayarlar. Bu münafık taktik savaşın ve tarihin akışını değiştirmiştir. Dün Kur'an sayfaları üzerinden oynanan oyun bugün sakal, cübbe, şalvar vesaire üzerinden oynanmaktadır.
* * *
'Elazığ'da ne işi var bunun. Bir dernek şiilerle miilerle anlaştı. Sabah namazında geliyor kaçıp gidiyor' diyor Cübbeli. Cübbeli de bilsin onun bağlı oldukları da, Haydar Hoca da bağımsızlık ruhuna sahiptir. "Bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün duruşunu şiar edinmiştir. İnsan olan her yerde onun işi vardır. Üstelik o ne Elazığ'a, ne başka yere karanlıklarda gidip gelmez. Haydar Hoca'nın bütün yaptıkları hukuk içindedir.
Bizim ondan sürekli duyduğumuz ve okuduğumuz ölçü şudur:
"Hakk'a koşun, Hakk'la olun, haklı ile olun, haklı olun"
Gelelim Şiilik konusuna.
Cübbeli diyor ki, 'Her belanın içinde Şiilerin bir tuzları var! Türkiye'de bile karışıklıkların içerisinde bile Şiiler var'
Şiilik ve Sünnilik yüzlerce yıldan beri bir ayrılık sebebi olarak öğretildi. Alevi, Şii-Sünni çatışmalarına sahne oldu ülkemiz. Sivas, Maraş, Çorum olayları son dönemde yaşanan acı tablolardan sadece birkaçıdır. Bu ayırım bir mahalle baskısı haline de gelmiştir. Kendi hayatımızda bile bunun örneklerini görebiliriz.
* * *
Haydar Hoca, Şiiliğin ve Aleviliğin, Hz. Ali'nin yani Ehl-i Beyt'in yolunda olmak anlamına geldiğini bu millete anlattı. Ehl-i Beyt paydasında biz bir ve beraber olduk.
Cübbeli Ahmet ise her fırsatta ülkemizin bir gerçeği olan Şiiliği ötekileştirmeye çalıştı.
Sonuçları itibarıyla, ülkemizi etkileyen en önemli sorunlardan bir tanesi Suriye meselesidir. Ekonomik, sosyal, siyasi, güvenlik her konuda çok yara aldı ülkemiz. Cübbeli Ahmet'i daha iyi tanımak için -sözümona- fetvalarını okuyalım.
Cübbeli Ahmet "Türkiye şuan Suriye'ye girse, Esad'i yıkmak için savaşsa meşru mudur?" sorusuna, "Bu adamlar Şiidir. Burada bir zulüm yapılıyor. Zaten Şiiler devamlı Müslümanlarla savaşır. Hayatta bir gavurla savaştıkları görülmemiştir. Türk ordusunun Suriye'ye girmesini destekliyorum' diye cevap vermiştir.
"ABD ile Türkiye ortak operasyonla Şam'a girse caiz midir?" sorusuna da Cübbeli şu cevabı vermiştir: "Türk devleti yardım etme gücünü kendinde bulamazsa, 'ben buraya girerim çıkamam, benim devlet de zedelenir' diyorsa girmeyebilir. Mesele zulmü durdurmaksa işbirliği yapılabilir. Şia'nın yardımı olmasaydı ABD Irak'a giremezdi. Yavuz olmasa bu iklim Şia olmuştu. Yavuz Selim haklıdır. Ulemadan Şeyh'ül İslamların fetvasıyla amel etmiştir."
Öncelikle Yavuz Selim'in yaptıklarını hatırlayalım. Yavuz 40 bin Türkmen Alevinin canına kıymıştı. Cübbeli bunu gündem etmekle yeni bir soykırım için fetva mı veriyor acaba?
İşte bu fikirler bir kara leke olarak dünya durdukça, alnında duracaktır.
Cübbeli Ahmet acaba, bütün bu konuşmaları ile Müslümanların haksız yere öldürülebileceğini hesaba katıyor mu? Belki kendisi bunu hesaba katmayabilir ama Allah (cc) tarafından bunun hesabı sorulacaktır. 'Bir Müslüman'ın öldürülmesine yarım kelime katkısı olan kimse, mahşer günü ilahî huzura, alnına 'Bu adamın Allah'ın rahmetinden nasibi yoktur' diye yazılı olduğu halde getirilir' (İbn Mace, Sünen, Diyat, 1).
Konunun bütün hassasiyetine rağmen Ahmet Mahmut Ünlü'nün, Şiiler konusundaki olumsuz ve saldırgan tavrının mutlaka dünyevi bir açıklaması olmalıdır.
* * *
Cübbeliye buradan soruyorum:
Şiilere niçin karşı çıkıyorsun?
Hz. Ali'den ne zarar gördün?
İmam Ali'nin şiası olan Ebu Eyüp El Ensari Hazretlerinden ne zarar gördün?
Şia, Ehl-i Beyt'in yanında yer alan sahabilere denilir. Şianın İmam Ali'ye bağlı olmasının sebebi, İmam Ali'nin Ehl-i Beyt olması ve Gadir-i Hum hutbesinde Peygamber Efendimizin (sav) onu nasb etmesidir.
* * *
Haydar Hoca'nın çilesi ve gayesi birliği temin etmektir. Onun misyonu, ayet-i kerime ve hadisi şeriflerde emredilen birliktir. "Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın" (Al-i İmran Suresi, 103). 'Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır' buyurulur (Müsned, IV, 375). Bir hadiste, 'Size namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlisini haber vereyim mi? Bu, insanların arasını uzlaştırmaktır; çünkü ilişkilerin bozulması tıraşlayıcıdır; saçı tıraş eder demiyorum, fakat dini tıraşlar' buyrulmuştur (Tirmizî, ?ıfatü'l-Kıyâme, 56).
* * *
Cübbeli Ahmet konuşmasında 'Haydar Baş'ın reytingi yok' diyor.
Reyting, izlenme oranı anlamına geliyor. Cübbeli nüfus sahibi olmanın ölçüsü olarak kalabalıklar tarafından izlenme oranını esas alıyor. Cübbeli; İslam'ın ölçüsü ile değil, kapitalizmin ölçüsü ile hareket ediyor. Hakkın tebliği ile reyting doğrudan bağlantılı değildir. Peygamber Efendimiz başlangıçta tek kişi idi. Efendimize ambargo uyguladılar; onu dinlemeyi yasakladılar, onu yalnızlığa mahkûm etmeye çalıştılar; Efendimiz hicret etmek zorunda kaldı. Ama sonuçta kazanan Peygamberimiz ve İslam oldu.
Gerek yurt içindeki siyaset, Haydar Hoca'dan çalıntı yapmakta; gerekse yurt dışında Milli Ekonomi Modeli devletler çapında uygulanmaktadır. Burada kaybeden Haydar Hoca değil onun sözlerinden istifade etmeyenlerdir.
Cübbeli Ahmet ne kadar yalan konuşursa konuşsun, gerçeklerin üzerini örtmeye gücü yetmeyecektir. Şunu unutmamak gerekir ki, hayvan gübresi ağacın gücüne güç katar.

Yanar döner bir zevatın hikayesi
Bugün yine Cübbeli zevatından bahsedeceğim. Hani Kelime-i Şahadet getirenlerin (Şiilerin, Nusayrilerin) katli vaciptir, diyen zevat var ya, işte ondan. Hani haddi şana açıklamaları oluyor! Mesela, AKP'nin çıkardığı zina, domuz eti yasalarını ilk televizyonlarından, radyolarından eleştirmeye kalkıyorlar. Kulakları çekilince de; 'Hükümet zinayı, domuz etini serbest bırakmış. Sana ne bundan! Sana vebal, mebal yok?' diyen zevat var ya! İşte o!
Bu zevat, 'paralele de' giydirdikçe giydiriyordu. Hatırlayın! 'Dansöz seyretsen günahkar olursun, STV'yi seyredersen gavur olursun' (2011) demişti.
Bu sözlerinin ardından 2 yıl geçti, geçmedi baktık ki! bu hoca dene zevat, STV ekranlarında. Çıkmış, kendisini seyrettiriyor. Dershanelerin kapatılmasına karşı çıkıyor ve diyor ki; 'Bir hizmet varsa onun genişletilmesinde fayda var. Durdurulmasında fayda yok.' (2013)
Bu iki yılda (2011-2013) ne oldu derseniz!
Bu zevat, bir çete operasyonu kapsamında yabancı uyruklu kadınlarla fuhuş yaptığı ve fuhuşa aracılık ettiği, iddialarıyla tutuklandı. 'Türkiye'de kadın kaynarken, yurtdışından kadın getirme iddiası inandırıcı değil' diyerek, ülkemizdeki bayanlara da laf attı. Hakimde onu içeri attı.
İçeri girer, girmez dinler arası diyalog karşıtı vaaz ve yazılarından ötürü cemaatin hedefi haline geldiğini, kendisine kumpas kurulduğunu ve hapse, onlar (cemaat) tarafından attırıldığını iddia etti.
Artık hapiste hangi zuhuratı gördüyse (!) dansöz izlemekten vazgeçip, STV'yi izlediğini açıkladı. 'Haberleri oradan izliyorum. Mahkemeleri, ÖYM'leri en fazla onlar veriyor.' Dedi.
Hapishane günleri zor geçiyor olacak ki, malum şahıs rüyalanmaya da başladı. Zamanın başbakanı Erdoğan ve AKP hükümetinin düşman, hain, terör örgütü lideri ilan ettiği F. Gülen'i bir gece rüyasında gördü. Sonra bir kez daha gördü.
Bu zevan rğyasını da anlattı; 'Kendisini cezaevine girdiğimden beri iki kere rüyamda gördüm. İkisinde de sakalı bir tutam, şalvarlı, cübbeli ve sarıklı idi. Bir defa üzerinde koyu kavuniçi bir cübbe vardı, hatırladığım o ki, benimle ilgileniyor ve dua ediyordu.'
Evet, bazı rüyaların karşılığı hemen alınır ya! Öyle de oldu. Gülen taa Amerika'dan, tespih, koku ve iki imzalı kitap gönderdi bu zevata.
Tabi yanında da mektup. Ne övgüler, ne cümleler! Hz. Yusuf'a benzetmiş Gülen, bu zevatı. Gülen mektubunda, cemaatinin zaten Cübbeliye isnat edilen suçlara inanmadığı da dile getirmiş.
Zevat bu mektubu okuyunca çok duygulanmış ve mutluluğunu bir yazı yazarak anlatmıştı. Ama bu duygu seli ve rüyalanmalar Cübbeli zevatını hapisten çıkarmaya yetmedi.
Zevat tekrar rüyaya yattı. Bu sefer rüyada Gülen'in Hocası, Said Nursi vardı. Yahudi ve Hıristiyanlarında cennete gideceğini, iddia eden, Papa'ya, ülkemizden yazılan ilk mektubun sahibi olan, milli mücadeleden kaçmak bir tarafa, aleyhine fetvalar veren, Milli Mücadele karşıtı, İngiliz destekli derneklerin kuruluş ve yönetimlerinde yer alan şahıs var ya! İşte onu rüyada gördü.
'Kendisi bir tutam sakallı, cübbeli, şalvarlı ve sarıklı idi, günlerden cuma imiş, ben kendisiyle bulunduğumuz evden çıkıp, cumaya gidecekmişiz? (gitmişler!)
'Tam camiye çıkarken elinde asâsı ayakta duruyordu ki ben, 'Efendim! Sizin Yahudi-Hıristiyanların cennete gideceğine dair bir beyanınız oldu mu?' diye sordum. Mübarek hiddetlenerek, 'Bunu nereden çıkarıyorlar, olur mu öyle şey?!' dedi. Sonra cami yoluna yürüdüğümüzü de gördüm, sonrasını hatırlamıyorum.'
Bunca rüya, iltifat, maddi, manevi aklamaya, sahiplenmeye rağmen hapisten yine çıkamadı. Ve hükümete döndü yüzünü! Beni buradan çıkarın, dedi. Ve söz verdi.
'Çıktıktan sonra da emniyet, yargı ve hükümet gibi kurumların aleyhine konuşup vatana, millete hizmet eden, terörle ve diğer tehlikelerle uğraşan bu kurumları yıpratacak hiçbir beyanda bulunmayacağıma dair Allah (c.c)'a söz veriyorum, sizleri de şahit tutuyorum' dedi ve çıktı. Çıktıktan sonra da gördüğü rüyaların hepsini unuttu ve başladı Gülen'e saydırmaya.
İşte böyle bir kişiliğe sahip zevat çıkıyor, binlerce insanın önüne vaaz veriyor ve insanlar onu alkışlıyor. Ahir zaman dedikleri bu olsa gerek.

İbrahim Berk
Cezaevine düştüğünde böyle adi bir suçu işlediğine inanmamıştım. İnanmak istememiştim.
Her ne kadar İslam dinini sarık-cübbe-sakal üçlemine indirgemelerinden hoşlanmasak da, tasavvufun engin denizinden nasiplenmiş görmesek de, hiç değilse Necip Fazıl Üstad’ın bal yerine kavanoz yalayan zavallı diye tanımladığı mesabede de olsa tasavvuftan manadan bahsedişlerini de faydalı görürdüm.
Ama öyle değilmiş. Gün geçtikçe işlediği rezaletler, şenaatler, hadsizlikler, terbiyesizlikler, çelişkiler, zikzaklar meydana döküldükçe içindeki hastalıklar, ölçüsüzlükler de meydana saçılıverdi.
Artık işlediği rezaletleri ne cübbesi ne de sarığı örtüyor.
Mızrak çuvala sığmıyor.
Cübbeli borozanın metruş Pensilvanya’nın, mülevves iktidarın, murdar ehli küffarın sözcüsü olduğu kendi itirafları ile müseccel hale gelmiş durumda.
İktidar goygoycusu medyanın canlı yayında sorduğu ‘’Suriyeli Müslüman askerlerle savaşan askerler şehit olur mu?” sorusuna Haçlı kışkırtıcısı papazlara taş çıkartırcasına bakın ne cevap veriyor: “Tabi şehit olur. Bizim askerimiz meşru müdafaa ve oradaki mazlum insanları kurtarmak için müdahale ediyorlarsa, hayatını kaybederse şehit olur. Biz Saddam’a evliya mı dedik? Esad zalimdir. Burada zulüm yapılıyor. Zalimin zulmü durdurulmak için meşrudur. Zaten Şiiler hep Müslümanlarla savaşır. İran’ın desteği ortadadır Suriye’ye. Bizim hükümetimiz de bunu iç işimiz diye sahipleniyor. Doğru yapıyorlar. İç işimizdir. Sahiplenilmesi lazımdır. Oradaki halk Türkiye’den medet beklemektedir. Türk ordusunun Suriye’ye girmesi caizdir.”
Haçlı NATO öncülüğünde, Hıristiyan Suriyeli komutasında yürütülen isyan hareketini cihat görecek kadar, Hıristiyanları kurtulmuş, İmam Cafer Hazretleri’nin yolundan giden Şiileri sapık ve katli vacip görecek kadar Haçlı kucağına oturmuş bir cübbeli rezaletle karşı karşıyayız.
Haçlı Batı ile işbirliği yapanları kalleş, tüm Müslümanları Alevi’si, Sünni’si, Şii’si ile kardeş gösteren Haydar Baş mihengine vuruldukça rezaletleri, cinayetleri ortalığa dökülüyor.
Döküldükçe üslupları çirkefleşiyor, hayatlarındaki çirkinlikler mahkeme kapılarına taşıyor.
Sarık taksalar ne olur, cüppe giyseler ne olur?
Koyunlarında gizledikleri haçlar, bellerindeki zünnarlar aşikâr oldu artık.
NATO’nun bıyıksız sakalsız Pensilvanya kolu ile sarıklı cübbeli kolunun sadece hedef kitlesi farklı. Misyonları aynı.
Ama Şii, Alevi, Sünni bütün mü’minleri Ehl-i Beyt sevgisi ve ölçüsü altında buluşturan ve birleştiren Prof. Dr. Haydar Baş oyunlarını bozduğu için kıvrım kıvrım kıvranıyor, Allah Resulü’ne vahiy geldiğinde kendini yerden yere atan şeytan gibi çırpınıyorlar.
Sizi kim kıskanır Allah aşkına?
Sizi aynı misyona hizmet ettiğiniz papazlar kıskanır, Müslümanların gözyaşından beslenen Yahudi hahamlar kıskanır.
Bir de Fas’tan Türkiye’ye kadın ticareti yapan beyaz kadın tüccarları kıskanır.
Hadi oradan.

Müfterilere tokat gibi cevap/Orhan Dede/Yenimesaj
Müfterilere tokat gibi cevap
Bolu İl Kültür Merkezinde Cumartesi gecesi Milli Kahramanları Anma Programında Prof. Dr. Haydar Baş'a yönelik başlatılan iftira kampanyasına tokat gibi bir cevap verildi.
Solunu dolduran ve salon dışına taşan binlerce vatandaş saat 19.00'da başlayıp sabaha karşı 02.30'da biten program boyunca heyecanlarından hiçbir şey kaybetmeden coşku içinde izlediler.
Gözler cıvıl cıvıldı. Başta Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş olmak üzere herkes çevresine sinerji aşılıyordu.
İnanıyorum bu sinerji sadece o salonu dolduran insanlarda değil, ekranları başında canlı yayını izleyen milyonlarca insanda da vardı.
Ecnebilerin tarafına geçmiş, Suriye'de Haçlı savunucuğuna soyunmuş, Vatikan sevdalısı ve batıyla Katolik nikâhlı bazı çevrelerin Prof. Dr. Haydar Baş'ı hedef alarak havlamalarının sebeplerinden biri de milletin gönlünü dirilten bu sinerjinin kaynağının Prof. Dr. Haydar Baş olmasıydı.
Prof. Dr. Haydar Baş hem milleti diri tutan, olayların gerçek mahiyetini milletin görmesini sağlayan bir sinerji kaynağı oluyor hem de programdaki konuşmasında Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu'nun vurguladığı gibi asla hukukun dışına çıkmayarak bu milletin önünde yeniden Atatürk gibi bir lider görmek istemeyen şer odaklarını çıldırtıyor.
Bu şer odaklarının uşağı olmuş salya-sümük, din adamı kisveli pezevenkler hemen devreye sokulup Prof. Dr. Haydar Baş iftira atılıyor.
Gerçekten de Prof. Dr. Haydar Baş'ın en önemli özelliği bütün mücadelesinde hukuk içerisinde kalmasıdır.
Milleti ve devleti hedef alan, İslam'a savaş açan her türlü projenin karşısında yıkılmaz bir duvar gibi durdu.
Bu çetin mücadelede asla hukukun dışına çıkmayı düşünmesi. Devletle, milletle ya da askerle kavga etmedi.
Eğer Sayın Baş hukukun dışına bir santimetre çıkmış olsaydı akbabalar gibi bu yanlışı yapmasını bekleyen bugünkü müfterilerin zincirlerini salıp Prof. Dr. Haydar Baş'ın üzerine havlatanlar O'nu bir kaşık suda boğarlardı.
Bunu yapamadılar. Çünkü Sayın Baş, dediğim gibi asla hukukun dışına çıkmadı.
Sayın Baş bu mücadelesiyle aynı zamanda hukuk ne kadar darbe almış olursa olsun illegaliteye tenezzül etmeden, her türlü hakkın zorlu bir mücadele verilerek de olsa alınabileceğini göstermiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın bu başarısı hukuku da bir nevi temize çıkarmıştır.
Cübbeli manevi silleyi yedi!
Bir zamanlar, oturduğu semtte kiralık ev arayanlara sorarlardı: Evinde televizyonun var mı? Cevap evetse, kiraya ev vermezlerdi.
Ne olduysa, o muhitten ekran ekran dolaşan cübbeli-şalvarlı figüranlar çıktı. İşleri akşam-sabah bu milletin inancıyla ve maneviyatıyla, hatta sakalıyla, cübbesi ile, başörtüsü ile uğraşmak olanlar, bu figüre ekranlarını açtılar.
Kitlelere güle-oynaya şalvarlı-cübbeli biri sunuldu. Derinliği hiç olmayan, konudan konuya balıklama atlayan, manik eksitrasyonlarla hızlı konuşan bu hoca kılıklı figüran işlerine yarayacaktı. İl il de dolaştırdılar. Beslediler, beslediler, parlattılar?
Bu tiplerin bir kullanımlık dozları vardır. Zamanlama önemlidir. Sünni Müslümanlarla Şii-Alevi Müslümanlar savaştırılacaktır. Haçlı-Siyonist projesi gereği Sünni Türkiye, Şii (!) Suriye'ye (%70'i Sünni Müslümanlardan oluşuyor ve Hanefi fıkhı uygulanıyor) girecektir ve fetva gereklidir. İşte Cübbeli'nin rolü hazırdır. Çıkar, fitne fetvasını verir: 'Suriye'deki Şiilerle savaşan askerler ölürse şehit olur.'
Türkiye'de bu fitne fetvaya, akademik cübbeliler de katılır. Osmanlı külahlılar da? Mısırda Yusuf el-Kardavi, Suud'da bir imam da bu mızıkacılara dahil olur.
Ama deccalin bu oyununu, önceden basiretiyle sezen, haber veren, Kur'an'a ve Peygamberimizin sözlerine dayanarak, 'Mü'minler, ancak kardeştir. Bir mü'mini kasten öldüren ebedi cehennemliktir. Bir Müslümana kılıç çeken bizden değildir' buyruklarını hatırlatan vatanperver Prof. Dr. Haydar Baş çıktı. 'Sünni, Alevi, Caferi hepsi kardeştir. Ehl-i Beyt hepimizin buluşma noktasıdır. Haçlı oyunlarına Müslümanlar gelmesin' dedi. Türkiye'dekilere, İslâm dünyasındakilere, bölgemizdekilere?
Oyun bozuldu. Musa'nın asası gibi, haçlı sihirbazların ipleri yutuldu. Türk milleti, Suriye ile savaşın anlamsız olduğunu anladı.
Milli kahramanlarımızı anma programları da, vatan ve din düşmanlarını iyice kudurttu.
Hani, hocanın biri Kur'an'dan ayetler okuyup vaaz ederken, söz Firavun'a gelince 'Kale Firavnü-Firavun buyurdu' deyince, cemaatin içinden biri seslenmiş: 'Ne! Firavun buyurdi mi? Afkurdi, afkurdi...' Karadeniz şivesinin tercümesi ile yani havladı, demek istemiş. Tıpkı bunlar gibi?
Sonra ey cübbesine bürünenler! Dervişlik kim, siz kim?
Yunus Emre,
'Dervişlik olaydı tac ile hırka
Biz dahi alırdık otuza kırka' diyor.
Dervişlik nere, siz nere!
Şalvarını din sananlar? Cübbe ve sakalının altında haçlı değirmenine su taşıyanlar? Haçlıya fetva yetiştirenler?
Sözüm ona maneviyat pazarlıyorlar? Feyz ve muhabbetten ne anlarsınız siz! Taassuptan başka bir mesleğiniz mi var?
Sizi irşad edenler, nereye sevk ettiler sizi?
- Kadın pazarlamaya,
- İslâm düşmanlarının kanallarında arzı endam etmeye,
- Allah'ı birleyen, Peygamberimizi tasdik eden, Kâbe'yi kıble edinenlerin katline fetva yetiştirmeye,
- İftira atmaya,
- Ne oldu? Manevi silleyi yedin! Beyin damarların dumura uğradı.
Daha önce kalb damarların da uğramıştı dumura?
Sille kimden mi?
Sayalım:
- 'Kim Benim bir dostuma harb ilan ederse, Bana harb ilan etmiştir' diyen Yüce Allah'tan,
- Hz. Ali'den? (O'nu sevenlerine yaptığın açık düşmanlıktan),
- İmam-ı Cafer'den