HOŞGELDİNİZ! BUGÜN 02 MAYIS 2025, CUMA

FETÖ'yü ABD'ye kim kaçırdı?

15.11.2016 00:00

15 Temmuz darbe denemesinden sonra Meclis'te kurulan darbe araştırma komisyonuna verilen ifadeleri şaşkınlıkla takip ediyoruz.

muharrem bayraktar fethullah gülen ile ilgili görsel sonucu Muharrem Bayraktar Askerinden polisine, istihbaratçısından memuruna kadar komisyonda dinlenen bir sürü kişi "görevlerini ne kadar güzel yaptıklarını, cemaatin tehlikeli yapılanması konusunda devletin ilgili birimlerini nasıl uyardıklarını anlatıyorlar. İyi de kardeşim görevinizi bu kadar güzel yaptınız da bu adamlar darbe yapacak güce nasıl ulaştı? Görevinizi bu kadar güzel yaptınız da, FETÖ'nün jandarma imamının itirafında söylediği "2000-2013 arasında jandarmaya soktuğumuz Fethullahçı oranı yüzde 100'e ulaştı" durumunu nasıl izah edeceksiniz? Komisyonu da milleti de kandırmayın. Eski MİT Müsteşarı Emre Taner'in, darbe komisyonuna verdiği ifadede kullandığı sözleri de bu bağlamda, şaşkınlıkla okudum. Şöyle diyor Taner: "(Fethullah Gülen yurt dışına gitmesine yönelik) yani şimdi, orada 'gitti, kaçtı' tabirleri arasına sıkışmamak lazım. MİT'in o dönemde Gülen'e dönük yoğun baskısı ve faaliyeti vardı hatta o dönemde ben İstanbul Bölge Başkanıydım çok iyi hatırlıyorum, Ümraniye'de kaldığı eve saat farkıyla girdik, dakika farkıyla girdik; yatağı sıcaktı ama kendisi yoktu çünkü içeriden haber vermişlerdi, polisten haber vermişlerdi. Şimdi, böyle bir noktada artık başına gelecekleri hesap ettiği için Türkiye'de kalmak istemedi. İstemedi ve gitti yani buna ister 'kaçma' deyin, ister 'gitme' deyin, normal pasaportla çıktı gitti." Düşünsenize, devletin koskoca istihbarat teşkilatı FETO'nun bulunduğu eve baskın yapıyor, odasına girdiklerinde yatağını sımsıcak buluyorlar! Yani ellerinden sıcağı sıcağına kaçırmışlardı." Oysa benim bildiğim böyle bir yakalama operasyonunu MİT değil polis yapar. MİT, istihbaratı verir, polis de gider yakalar. Bu konuya tekrar döneceğiz, ama FETO'nun ABD'ye "kaçırıldığı" yıllara, günlere dönelim. Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, FETO hakkında terör örgütü üyeliği suçlamasıyla dava açmıştı. Savcı Yüksel, Gülen'i "Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni sona erdirmeye çalışmakla" suçluyordu. Devlet içinde "Gülen'i koruyan damar" bu durumdan rahatsızdı ve "Gülen'in soruşturma ve dava sürecini hasarsız atlatması için" ABD'ye gitmesine karar verdiler. Gülen'in kardiyolojik problemleri olduğu ve acilen By-Pas ameliyatı olacağı gerekçesiyle 22 Mart 1999 tarihinde ABD'nin Chicago kentine uçuruldu. Gülen'in cebinde, Taner'in iddia ettiği gibi "normal bir pasaport" değil, yeşil pasaport vardı ve o tarihte İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'dı. İlkokul mezunu Gülen'in pasaport numarası A 108450 idi. Ancak Diyanet'ten ve vaizlikten emekli değildi. Ve 20 Mart 1981'de Diyanet'ten 6/7 kıdem ve derece ile istifa ederek ayrılmıştı. Dolayısıyla yeşil pasaportu alma hakkı yoktu. Buna rağmen İçişleri Bakanı Sadettin Tantan döneminde "cebine yeşil pasaport" konularak ABD'ye gönderildi. Bitmedi: Devlet, Gülen'i ABD'ye gönderirken yanına onu korumak için iyi derecede İngilizce bilen başkomiser Ahmet Akgün'ü de tahsis etmişti! Hatta komiser Akgün'ün görev süresi dolunca, sürenin uzatılması için gelen talebi, Kenan Evren'i de eski koruma müdürü olan dönemin emniyet genel müdür yardımcısı Ersin Yılmaz'ın imzası, Sadettin Tantan'ın da oluruyla yürürlüğe girmişti. Bugün eski MİT Müsteşarı,"evini bastık, yeni kaçmıştı, yatağı sıcaktı!" diye darbe araştırma komisyonunda hikâye okuyorken, Gülen'e o günlerde ABD'ye gitmek üzere yeşil pasaport çıkartılıyor, özel izinler alıyor, yanında gidecek korumalar ayarlanıyordu Bu hikâyeleri bırakın da Gülen'e "o sıcak yatağı" kimlerin verdiğini, 1999'dan başlayarak millete açıklayın. O sıcak yatakla ilgili daha ağır şeyler var dilimin ucunda ama başım derde girmesin diye söylemiyorum.

konuyla alakalı diğer haberler

FETÖ ve TANTAN ilişkisi??

  Muharrem Bayraktar Muharrem Bayraktar

Biz haine hain deriz!f

FETO'ya herkesin mübarek zat olarak baktığı, hatta bazılarının adeta taptığı yıllardı.

Hakkında açılan dava sonucu, tutuklanma riski doğunca bugün ortalıkta 'ulusalcı' olarak geçinen, dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın, Gülen'in yanına refakatçi olarak iki komiseri vererek ABD'ye gönderdiği 1999 yılı.

ABD'ye gidebilmesi için CIA ajanı Graham Fuller'in nasıl referans verdiğini de en iyi bilen kişi Tantan olsa gerek.

ABD'ye gitmesine gitti ama Türkiye'de hep gündemdeydi bugünün, FETÖ'sü dünün muhterem Hocaefendisi! Elimizde o günlere ait 'gizli' kayıtlı bakanlık yazışmaları, onlarca belge var. Dönemin iktidarı, 'koruma ve kollama amacıyla!' FETO'yu ABD'ye gönderirken, Türkiye'de 'Haydar Baş ve grubu ile yoğun bir şekilde mücadele edilmesini' emreden 'yazışmalar' yapıyordu.

FETO sözümona ABD'deydi ama aslında Türkiye Cumhuriyeti'nde iktidarını pekiştiriyor, kadrolaşıyor, derin ve sinsi bir şekilde devleti adım adım ele geçiriyordu.

Yurt dışına gönderilen 'mağdur' aslında pek de 'mağrur'du!
Prof. Dr. Haydar Baş'ın geçen hafta yazdığı 'Bütün davaları FETÖ kaybetti' başlıklı yazıda anlattığı onlarca olayda olduğu gibi devlet ve devletin içinde gizli FETO çeteleri bütün güçleriyle 'üzerimize' geldiler. Bugün ortalıkta 'aldatıldık' diye gezen siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, işadamları ve bil cümle 'gaflet' takımının hepsi karşı cephede, 'diyalog cephesinde' idi. Kimse sağa sola kıvırmasın, Türkiye'de FETÖ'nün ilk kumpas kurduğu grup Haydar Baş ve arkadaşlarıdır. Polisler, 2001 yılında, 'bir ihbar üzerine!' BTP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Abdullah Terzi'nin ve Ankara İl Başkanı İzzet Yaşar'ın evlerini basarak her tarafı didik didik aradılar. Ele geçirdikleri BTP'li gençleri tartaklayanlar Ankara Terörle Mücadele Şubesi'nin FETO'cu polisleriydi. FETO hakkında yapılan ve onun Vatikan'la olan ilişkisini deşifre eden 'Hıristiyanlığın Truva Atı' isimli kasetin basıldığı merkezi arıyorlardı. Çünkü Pensilvanya bu kasetten çok rahatsız olmuştu. Daha sonraki tespitlerimizde gördük ki, ihbarı yapanlar da, baskına gelenler de, arkadaşlarımızı derdest edenler de hep FETO'nun emniyet  ekibiydi. Ekibin başında Komiser Osman Çangal vardı. Çangal bu baskından sonra ödül olarak Abdullah Gül'ün koruma amirliğine atandı. Hem Dışişleri Bakanı iken, hem başbakanken, hem Cumhurbaşkanı iken hep 'O'nu korudu!' Baskında bir şey bulamadılar ama aynı süreçte Ankara'da, İzmir'de, İstanbul'da birçok arkadaşımızın evine gizlice girilerek her taraf darmadağın edilerek 'kaset' araması yapıldı. Araçlarımız sivil ekiplerce sürekli takip edildi. Sayın Baş anlattığı için ayrıntıya girmiyorum televizyonlarımız, radyomuz, kolejlerimiz basıldı, vakıflarımız, derneklerimiz hallaç pamuğu gibi savruldu, reklam gelirlerimiz bıçak gibi kesildi. Fakat Haydar Baş ve arkadaşları hiç yılmadan bu çetenin dinimize, mukaddesatımıza, vatanımızın bütünlüğüne vurduğu darbeyi anlatmaya devam etti. Bütün bunlar olurken bugün ortalıkta, medyanın FETO karşıtı geçinen 'yavşak' takımının çoğu, FETO'nun papazlara verdiği iftar sofralarında meşk âlemindeydi. Ve bu duruşumuza dair bugün hiçbiri 'Haydar Hoca haklıydı! Helal olsun O'na! Gerçekleri sadece o gördü' diyerek tek satır yazmadılar, yazmıyorlar. Bizim ise çizgimiz net: Biz, 'Sıratı müstakim üzre gözetirim Rahimi/ İblisin talim ettiği yola minnet eylemem.' Çizgisinden hiç taviz vermedik. Bu satırların yazarı FETO'nun ABD'ye gidişi üzerine yazdığı bir yazıda ona 'hain' demişti. FETO, beni anında mahkemeye verdi. Hem yüklü bir tazminat hem de ceza davası açtı. Savcı ilk ifademi alırken, mahkeme sürecinde lehime olacağını düşünerek 'Muharrem Bey, bu yazıda hain diyerek Fethullah Gülen'i kastetmedin değil mi' diye sordu. Ben 'Hayır efendim, orada Gülen'i kastettim' diye cevap verdim. Mahkemede de savunmamı vererek beraat ettim. Bu davanın çilekeş insanlarının hepsi bu zulüm ve baskı döneminde yüzünün akı ile çıktı. Biz, safımızı iklim değişikliğine göre ve konjonktüre göre belirlemedik, belirlemeyiz de. Biz her dönemde 'Bayraksız olamam' diye haykırdık, 'devlet,millet,asker el ele, bu ülke bölünmez' diye şarkılar söyledik. Biz dosta, dost deriz, haine hain. Böyle biline?

FETÖ Elebaşına 'Tantan' onaylı koruma!

FETÖ Elebaşına 'Tantan' onaylı koruma!

FETÖ ile mücadele ekseninde her gün yeni detaylar ortaya çıkıyor. Onlardan çarpıcı bir örnek de FETÖ elebaşı Fethullah Gülen'e yakın koruma tahsis edilmesi.

Hakan Şanlıtürk - ANKARA Bursa Haber'in ulaştığı belgede koruma tahsisine eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın imza attığı görülüyor.
FETÖ soruşturması kapsamında ilişkisi olan pek çok kişiye dokunulurken arandığı sırada Gülen'e resmi polis koruma tahsis edilmesini onaylayan Bakan Tantan ve Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ersin Yılmaz'la ilgili işlem yapılıp yapılmayacağı merak konusu oldu. 12 Haziran 1999 tarihli onay ile ABD'deki Gülen'e İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde görevli Ahmet Akgün koruma olarak verilmişti. 4 Mayıs 1999'da Amerika'ya giden Fethullah Gülen, beraberinde yakın koruma olarak Başkomiser Ahmet Akgün'ü de götürdü. Harcırahı devlet tarafından karşılanan Akgün'ün Türkiye'ye geri dönmesi söz konusu olunca Gülen, tüm masraflarının kendisi tarafından karşılanacağını bildirdi. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ersin Yılmaz'ın imzalayarak Bakan Tantan'ın onayına sunduğu yazıda şu bilgiler yer aldı: 'İstanbul Emniyet Müdürlüğü emrinde görevli 128058 sicil sayılı Başkomiser Ahmet Akgün, emekli vaiz Fethullah Gülen'e yakın koruma olarak refakat etmek üzere 4 Mayıs - 4 Haziran 1999 tarihleri arasında Amerika'ya gönderilmişti. Ancak, ABD'de bulunan Fethullah Gülen'in tedavisi uzadığı bildirildiğinden adı geçen koruma görevlisi personelimizin görev süresinin, tüm masrafları korunan şahıs tarafından karşılanmak üzere 4 Haziran'dan itibaren uzatılması hususunu tensiplerinize arz ederim.' Onay belgesinde Yılmaz, Tantan ve dönemin Valisi Yahya Gür'ün imzaları bulunuyordu. Konunun diğer ilginç boyutu ise Amerika'ya yakın koruma olarak verilen başkomiserle birlikte gittiği ortaya çıkan Fethullah Gülen hakkında o dönemde irticai faaliyetleri nedeniyle Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülüyor olmasıydı.

Fethullah Gülen ve istihbarat örgütleri

fetö ve istihbarat örgütleri, ile ilgili görsel sonucu
Bu bağlamda içişleri eski bakanlarından Sadettin Tantan'ın döneminde yanına iki sivil komiser konularak, CIA ajanı Graham Fuller'in referansıyla ABD yolculuğuna çıkan Fethullah hakkında, o gizemli yolculuk bile çok şey koyuyor önümüze.
Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - Fethullah Gülen'i FETÖ yapan sürecin en önemli kilometre taşı, Vatikan'ın dinler arası diyalog misyonunda üstlendiği aktif roldür. Bir el kendisine bu görevi tebliği etti, o da 1998'de Vatikan'a gidip Papa 2. Jean Paul'a 'Sizin misyonunuzun bir parçasıyız' diye yazdığı mektubu sundu. Bu misyon sadece bir dini misyon değil istihbari ve politik bir misyondu aynı zamanda. 20 yıla yakın bir zamandan beri, Prof. Dr. Haydar Baş'ın gazetesiyle, ekibiyle, partisiyle, Türk milletine, Türk siyasetçisine, Türk aydınlarına anlattığı tehlike buydu: 'Dikkat! Bu hareketin amacı hem dinin içini boşaltmak hem de ülkeyi parçalamaya götüren Şark Projesini yürürlüğe sokmaktır!' diye haykırdığı yıllardı bunlar. Yeni Mesaj'ın 20 yıllık arşivi bu konuda devasa bir belgeler yığını olarak bugünün gafillerinin yüzüne çarpılmaktadır. Ak Parti Adıyaman milletvekili Adnan Boynukara, 'Geçmişte bizi cemaat konusunda uyaranlar oldu, inanmadık, kıskanıyorlar diye düşündük' diyor. Sayın Boynukara'nın çekinmesine gerek yok, isim vermeden konuşuyor ama 'kıskanıyorlar' diye düşündükleri 'uyarcıların!' Haydar Hoca ve arkadaşları olduğunu dünya alem biliyor. 'Haydar Hoca bizi uyardı, inanmadık' demek onları küçültmez, yüceltir! Gelelim Fethullah hareketinin dış ilişkiler ve istihbarat boyutuna: Gülen'in Vatikan'a 'bağlılık' mesajı sunduğu 1998'de, Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği Komisyonu'nun Başkanı Kardinal Achille Silvestrini, Vatikan'ın 'PKK'yı ve onun başını desteklediğini açıklayacaktı.' (22 Kasım 1998, Hürriyet) Silvestrini, Roma'ya sığınan Apo'ya sığınma hakkı verilmesini, Kürtlerin ayrı bir millet olarak tanınmasını söyleyerek açıkça Türkiye'nin içişlerine müdahale ediyordu. (a.g.g) Bugün terörist dergi diye kapatılan Aksiyon dergisi, geçmişte misyoner faaliyetleri ile ünlenen yabancı örgütlerin Türkiye'deki diyalog çalışmalarına kucak açmasını sevinçle duyuruyordu: 'ABD'nin ünlü Hıristiyan ilahiyat üniversitelerinden Hartford Seminary, misyonerlik hedefiyle başladıkları eğitim serüvenini şimdi diyalog merkezi olarak sürdürüyor. Mütevelli heyetinde bulunan Ralph Ahlberg, neredeyse bütün hayatını Hıristiyanlığa adamış bir papaz. 48 yıldır ABD'de 'Birleşik Hazreti İsa Kiliseleri' için çalışıyor. Dünya Kiliseler Birliği'nin yönetiminde. Üniversitenin mütevelli heyetiyle birlikte geçen hafta Türkiye'yi ziyaret eden Dr. Ahlberg son yıllarda bütün faaliyetlerini dinlerarası diyalog üzerine yoğunlaştırmış. Heyette yer alan katılımcılar, 1830 yılında ilk kez bir Hıristiyan ilahiyat okulu olarak kurulan ve temel amacı Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetleri yapmak olarak belirlenen bir okulun, Hartford Seminary'in yöneticileri, yıllarca Protestan Misyonerler Birliği'nin merkez üssü olarak çalışan okulun mütevelli heyeti başkanı avukat Martin L. Budd, dinlerarası diyaloğu dünyadaki en önemli konu olarak görüyor. (Aksiyon, sayı 547, 30.05.2005) Devam edelim: 7-9 Şubat 1994 tarihleri arasında İstanbul'da ilginç bir toplantı düzenlenmişti. Sonraki yıllarda Fethullah'a devredilecek olan uluslar arası diyalog projesinin dış mahvilleri İstanbul'da toplanmıştı. Merkezi Newyork'ta bulunan Vicdana Çağrı Vakfı (The Appeal of Consciense Foundation) ile Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin ortaklaşa düzenlediği bu toplantının adı 'Uluslar arası Barış ve Hoşgörü Konferansı' (The İnternational Conferance on Peace and Tolerance) idi. Bu toplantıya katılanların bazılarının isim ve görevleri şöyleydi (yerlileri saymıyorum, bugün yabancıların izini süreceğiz!): Hahambaşı David Aseo, Papalık Barış ve Adalet Konseyi Başkanı Kardinal Roger Ethegaray, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi Richard Clark Barkley, Rus Hahambaşı Avraham Shayevich, Amerikan Büyükelçileri Konseyi Başkanı Angier Duke, Moskova Bölgesi Müftüsü Ravil Gaynüddin başta olmak üzere 30 ülkeden 65 din adamı? Toplantının düzenleniş amacı 'hoşgörü ve barış' olarak ilan edilirken, bu amacın daha sonra Türkiye'de dal budak salacak olan diyalog faaliyetlerinin belkemiğini oluşturacağı zamanla ortaya çıkacaktı. Toplantı 7-9 Şubat günleri arasında düzenlenmişti. 7 Şubat tarihi Hıristiyan dünyasında Aziz Anatolius (Anadolu) günü olarak anılır ve kutsanırdı. 9 Şubat ise Aziz Ammonius ve Aziz Alexander günüydü. Ve bu iki aziz Kıbrıs'ta öldürülmüş iki Hıristiyan misyoneriydi. Fethullah'ın diyalog projesini aktif olarak üslenmesinden sonra CIA'nin adı daha sık duyulmaya başlanacaktı. * * * Eski bir CIA görevlisi olan ve ABD istihbaratının Ortadoğu İstasyon Şefi olarak uzun yıllar Türkiye'de görev yapan Graham Edmund Fuller de, Türkiye'de diyalog çalışmalarını yürüten grupların sosyolojik ve dinsel durumlarının araştırılması için onlarla yoğun bir şekilde irtibata geçmiştir. Hatta bu gruplarla ilgili yaptığı bir çalışmadan dolayı Earhart Foundation, istihbarat fonlarından 30 bin dolar aktarmıştır. Fuller, NED parasıyla desteklenen Ankara ve Urfa konferanslarına da katılmış, etnik kimlikler konusunda konuşmalar yapmıştır. (Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında; sf.514) ABD eski Dışişleri Bakanı Madeleine Korbel Albrigh'in Yardımcısı, Din Hürriyeti Bürosu'nun Başkanı Kore kökenli Harold Hongju Koh'un sözleri bu bağlamda çok ilginçtir: 'Herhangi bir yerde Dinlerarası diyaloğu desteklediğini ifade eden bir sivil hareket, eğer toplumu tehdit etmekle suçlanıyorsa, fikirlerle, inancın ifadesi ile topluma gerçek bir tehdit oluşturma arasındaki bağlantı nerede gösterilebilir?' (Zaman, 9 Şubat 1998) Bu bağlamda 26-27 Nisan 2001 tarihleri arsında Georgetown Üniversitesi'nde CMCU (Hristiyan-Müslüman Ortak Değerler Merkezi) tarafından bir konferans düzenlenir. Bu konferansı düzenleyen üniversitenin dünya çapında 'CIA okulu' olarak ünlendiği ve konferansın konusunun 'Türkiye'de Dinlerarası diyalog faaliyetlerini yürüten bazı grupların ılımlı İslam olarak adlandırılan projeye destekleri' olarak ifade edildiğinden, bu konferans çok daha büyük bir anlam kazanıyor. CMCU'nun düzenlediği konferansa katılıp Türkiye'de yürütülen diyalog çalışmalarını alkışlayan konuşmacıların bazılarının kimliklerini aktarırsak, diyaloğun küresel destekçilerinin anlaşılmasına daha büyük bir katkı sağlamış olacağız: 'Alan Makowsky: ABD Dışişleri İstihbarat Bürosu eski şefi, Körfez Savaşı'nın ordu danışmanı, İsrail destekçisi, Wınep (Washington Instute for Near East Policy) George Haris: ABD eski dışişleri görevlisi. Ankara eski Büyükelçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya Uzmanı. Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-1965, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi. Middle East Instıtute Başkanı. Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görevlisi, ABD Hava Kuvvetlerine bağlı Rand şirketi yöneticisi. Bekim Akal: Wolswagen Stiftung, Almanya. Osman Balkar: Hristiyan-Müslüman Ortak Değerler Merkezi Malezya Kürsü Başkanı. Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit Seksiyonu sorumlusu. İstanbul'da düzenlenen Dinlerarası diyalog konferanslarının katılımcısı. Zeki Sarıtoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi; El Ezher, Harran Üniversitesi, Washington Katolik Üniversitesi. Türkiye'de Cemaat tarafından yürütülen diyalog çalışmalarını destekleyen bu diplomat, istihbaratçı ve ilahiyatçı kesimin izini sürdüğümüzde bu defa 19-20 Nisan 2004'te,Washington'daki John Hopkins Üniversitesi'nde düzenlenen 'Abant in Washington-İslam, Laiklik ve Demokrasi' konulu konferansa ulaşıyoruz. Bu konferansın ana konusunu da diyalog süreci ile şekillenen İslam anlayışı oluşturmaktadır ve katılımcıların bir kısmı şöyledir: ABD Eski Ankara Büyükelçisi Marc Grosman, John Voll, (Georgetown Unv.), John Lee Esposito (CMCU), Elisabeth S. Hurd (Northwestern Unv.), Heath Lowry (Princeton Unv.), Dale Eickelman (Darmouth College), Henry Berkey (ABD Dışişleri James Miller, istihbarat görevlisi), Jenny White (Boston Unv.), David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Barry Jakobs, Anatol Lieven, Heath Lowry, Zack Messitte v.d ABD'de değişik zamanlarda yapılan bu konferansların ortak amacı, Türkiye'de yürütülen Dinlerarası diyalog faaliyetlerine ve bu faaliyetlerin önderi olarak bilinen kişilere destek vermek, onların önünü açmak, faaliyetlerin daha da derinleşerek devam etmesine katkıda bulunmaktı. Oysa ortada 'Dinlerarası diyalog' denilen ve içerisinde din kelimesi geçen zahiren de olsa teolojik bir konu vardı. Ama bu projenin destekçileri arasında ne hikmetse bir avuç ilahiyatçı ve sosyoloğun haricinde, istihbarat uzmanları, diplomatlar, stratejistler, yabancı ülkelerin dışişleri görevlileri, özel olarak kurulmuş bazı şirketlerin yöneticileri vardı. Devlet yetkilileri, eski bir imamın etrafında sinsice toplanan 'yüzlerce yabancının' ne amaçla toplandığını maalesef idrak edemediler. İdrak edenleri de dinlemediler. İzmir Kestanepazarı'nda bir cami imamı olan Fethullah'ı işte böylesine büyük bir küresel projenin figüranı olarak kullanan ve onun FETÖ'ye dönüşmesine sebep olan çevreler, devletin gözü önünde ve bazı devlet adamlarından aldıkları destekle bunu gerçekleştirmişti kuşkusuz. Bu bağlamda içişleri eski bakanlarından Sadettin Tantan'ın döneminde yanına iki sivil komiser konularak, CIA ajanı Graham Fuller'in referansıyla ABD yolculuğuna çıkan Fethullah hakkında, o gizemli yolculuk bile çok şey koyuyor önümüze. Yani her şey gümbür gümbür geliyorum derken, devlet açıkça uyumuş! Muharrem Bayraktar

Gülen'i ABD'ye kaçıran rapor 15 Temmuz'da gerçek oldu!

Gülen'i ABD'ye kaçıran rapor 15 Temmuz'da gerçek oldu!

1999 yılında emniyet içindeki FETÖ yapılanmasını ilk kez gün yüzüne çıkaran raporu yazan Eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, yıllar sonra yaşananları anlattı.

Devletin güvenlik kademesinde FETÖ tehlikesine ilk dikkat çeken kapsamlı rapor, 1999 yılında Eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral'ın başında olduğu ekip hazırlamış. 1999 yılında hazırlanan rapor ile ilgili konuşan Saral, "Biz raporun ikinci bölümünü müfettişlere ve İstihbarat Daire Başkanlığı'na 18 Mart'ta gönderdik, 21 Mart'ta da Fethullah Gülen'i yurt dışına kaçırdılar" dedi. TELEKULAK MAĞDURU OLDULAR Saral ve ekibi raporu yazmaya devam ederken, 'Telekulak Çetesi'oldukları iddiasıyla Emniyet'ten uzaklaştırıldılar. Saral'a göre uzaklaştırılmalarının nedeni Gülen hakkında çalışma yapmaları. 17 YIL ÖNCE YAZILAN RAPOR 15 TEMMUZ'DA GERÇEK OLDU 1999 yılında Saral ve ekibi tarafından hazırlanan raporda şu ifadeler dikkat çekiyor: "Belki silahlı bir cemiyetten söz etmek şimdilik mümkün değildir. Ancak, ele geçirmeyi hedeflediği devlet kurumlarından bazıları dikkate alındığında, hedefi top yekûn ele geçirme şeklinde ve bu kurumların yöneticilerinin Işık evlerinde yetişen mensupları tarafından işgal edilmesiyle mümkün olacağı gerçeği kendi deyimleri ile itiraf edilmiş bir suç olarak karşımızdadır." 17 yıl önce Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polislerin yazdığı rapor 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde gerçek oldu. İKİ BÖLÜM YAZABİLDİLER ÜÇÜNCÜ BÖLÜMDE... Raporlarının sadece ilk iki bölümünü yazabildiler. Üçüncü bölümü yani Cemaat'in finans kaynaklarını yazmaya başladıkları sırada haklarında gazetelerde "usulsüz telefon dinleme" iddiaları haberleri çıktı. ?'Telekulak Çetesi'' olarak adlandırıldılar. Raporlarını tamamlayamadan görevlerinden uzaklaştırıldılar. Saral'ın Aljazeera'ya verdiği röportajdaki detaylara göre, raporun ikinci bölümünde o dönem cemaat olarak adlandırılan FETÖ yapılanmasındaki isimler yer alıyordu. 130 kişilik isim listesi hem müfettişlere hem de İstihbarat Daire Başkanlığı'na gönderildi. Eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral RAPORDAN 3 GÜN SONRA GÜLEN KAÇTI "Biz raporun ikinci bölümünü 18 Mart'ta gönderdik, 21 Mart'ta da Fethullah Gülen'i yurtdışına kaçırdılar" diyen Saral, yaşananlara ilişkin şunları anlattı: "Çalışmalarımızın Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) nezdinde soruşturmaya tabi tutulması için bütün delil ve dokümanları DGM Savcılığına da gönderdik. Raporun ikinci bölümünü gönderdiğimizde altına 3. Bölümün finans ile ilgili olacağı notunu düştük. Mayıs ayı içinde ana medyada 'Telekulak Çetesi' başlıklarıyla bombardımana tutulduk. Ankara Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Dairesi'nin bütün devlet kurumlarını dinlediği şeklinde hazırlanan dosyalar yedi klasör halinde Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosu'na verildi. Oradan aleyhimize bir yayın bombardımanı başladı. Ben bu kampanyanın, haberlerin doğru olmadığını zamanın İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'a anlattım. Bakan Bey, sanki benim anlatımlarımı duymamış gibi 'medya mensupları senin arkadaşın olur söyle onlara yazmasınlar' dedi. Bu görüşme 7 Haziran 1999 tarihinde oluyordu. Bakan ile yaptığım bu görüşmeden sonra ben ve ekibim açığa alındık. Bizi görevden alan İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bir hafta sonra da Fethullah Gülen'in ABD'deki korumasının görev süresinin uzatılmasının onayını çıkarttı." EMNİYET ARŞİVLERİNDE GÜLEN ALEYHİNE RAPORLAR BULUNAMIYOR Emniyet arşivlerinde Gülen ve cemaat yapılanması aleyhinde hazırlanan raporların bulunamadığının da altını çizen Saral şöyle devam etti: "Aslında 1991 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü kendi bünyesinde bir hamle yapmak suretiyle bir deşifrasyon gerçekleştirdi. 1991 yılında Cemaat kendi kadrolarını emniyet teşkilatının önemli birimlerine yerleştirmek üzere sözde mezuniyetten sonra adil şekilde çekilmesi gereken kurada çift torba yöntemiyle hile yaparken dönemin Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan tarafından suçüstü basıldılar. Ünal Erkan, o dönem bu işi tezgâhlayan öğretim görevlileri, öğrencileri, komiserleri Ankara DGM'ye gönderiyor. Uzun bir aradan sonra dosya takipsizlik ile sonuçlanıyor. Bir süre sonra da memurlara yönelik sicil affıyla idari cezalarda kalkıyor. Biz rapor hazırlarken bu dosyanın peşinde düştük Emniyet Genel müdürlüğü arşivinde değil, DGM'de savcının odasında zar zor bulduk. Bu takipsizlik ve sicil affı ile Cemaat devlet kadrolarında çok rahatladı."  
 
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Yorumlarınızı paylaşın

--

logo

   E-posta: bilgi(@)sakaryamedyasi.com.tr
Tüm hakları Sakarya Medyası adına saklıdır: ©2019-2025

Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.
Mobil uyumlu haber yazılımı: www.eticaret.com.tr